24 Ağustos 2018 Cuma

BİR DİNAMİĞİN İKTİSADİ, SİYASİ, TOPLUMSAL VE İDEOLOJİK OLMASI NEDİR?


Çalışma Not Tarihi: Mayıs 2003
İktisat yazınından başlayıp diğer sosyal bilimler disiplinlerin de ana gündemini oluşturan neoliberal küreselleşme, dünya ekonomisini oluşturan sosyal ve iktisadi parçaların birbirleriyle ve giderek dünya piyasalarıyla birleşmesi ve ticaret ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesini ve piyasa mantığını engelleyen her türlü kollektif yapının yok edilmesini ve sermaye karlılığının elde edilmesi önündeki her türlü toplumsal, idari, ya da yasal kısıtlamayı “akıl dışı” olarak nitelendirmekte ve kaldırılması gerektiğini savunmaktadır.
Dünya kapitalizminin 1970’lerden itibaren içinde bulunduğu küreselleşme sürecine yön veren dinamikleri: (1) kapitalizmin altın çağı boyunca süren yüksek birikim temposunun yarattığı aşırı üretime dayalı kriz; (2) söz konusu dönemin sermaye/emek çelişkisine damgasını vuran fordist endüstriyel ilişkilerin beslediği kar sıkışması; (3) uluslararası kapitalist rekabetin yoğunlaşması; ve (4) finansal sistemin serbestleştirilmesi sonucu yükselen finansal sermaye ve spekülatif birikim tercihlerinin sanayi yatırımlarının önüne geçmesi olarak başlıklandırılmaktadır.
Kalkınma felsefesi, ulus devlet aygıtına da yeni iktisadi görevler yüklemiş ve yeni bir kalkınmacı devlet tipinin öne çıkmasına olanak sağlamıştır ancak, yeni küreselleşme dalgası altında devlet artık yatırımcı ve/veya üretici niteliğinden arındırılacak ve toplumsal gelir dağılımını –sermaye lehine- düzenleme işlevini sürdürmeye devam edecektir.
Uluslararası sermaye hareketlerinin artan akışkanlığı yeni küreselleşme evresinin de belirleyici özelliği olarak karşımızda durmaktadır. Söylem alanında bile artık “kalkınmakta olan ülkeler” kavramı gündemden çıkartılmış, bunun yerine “yükselen piyasalar” kavramının yerleştirilmektedir.
Karl marks; insanların, yaşamak için, besinlere, giysilere, ayakkabılara, barınaklara ve öteki maddi varlıklara gereksinme duyduğunu, öyleyse insanlar, onları üretmek ve üretmek için de çalışmak zorunda olduğunu, maddi varlıkların üretimini durduran her toplumun yok olacağını ve bundan dolayı maddi varlıkların üretimi her toplumun varlığının ve gelişmesinin başlangıcı olduğunu söylemektedir.
İş araçları ve iş konuları, üretim araçlarını teşkil eder. bununla birlikte, doğaldır ki, üretim araçları maddi varlıkları kendiliklerinden üretemezler. insan olmadığı takdirde, en mükemmel teknik bile hareketsiz kalır. şu halde, her üretimin kesin etmenini oluşturan, insanın kendisi, kendi işgücüdür.
Üretim, hangi aşamada olursa olsun, üretici güçler ve üretim ilişkileri olmak üzere iki yön içerir. toplum tarafından yaratılmış olan üretim araçları ve her şeyden önce iş aletleri ve bunun yanında maddi varlıkları üreten insanlar üretici güçlerdir. Ama insanlar, maddi varlıkları, tek başlarına değil, gruplar ve ortaklıklar halinde, birarada eylemde bulunarak üretirler. Üretim süreci içinde insanlar arasında meydana gelen maddi varlıkların değişim ve dağıtım ilişkilerine, Marks, üretim ilişkileri ya da ekonomik ilişkiler adını vermiştir. bu ekonomik ilişkiler, işbirliği ve her türlü sömürüden uzak, özgür kişiler arasında, yardımlaşma şeklinde olabileceği gibi, insanın insan tarafından sömürüsü şeklinde de olabilir. Yani Marksist yaklaşım uyarınca, üretici güçler ve üretim ilişkileri, birlikte toplumsal dinamiğin altyapısını oluşturan temel iktisadi dinamiklerdir.
Üretici güçler ve üretim ilişkileri, üretim tarzını oluşturmaktadır. üretici güçler sürekli olarak değişirler. üretim ilişkileri ise üretici güçlerin gelişme düzeyindeki değişmeye uygun olarak değişirler ve sözkonusu güçlerin gelişmesi üzerinde kendilerine düşen etkiyi yaparlar.
Üretici güçlerin belirli bir gelişme düzeyine ulaşması, üretici güçlerin bu gelişmesine uygun düşecek üretim ilişkilerini gerektirir.bu Marxın üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki uygunluk üzerine, bulduğu ekonomik yasadır. Toplumun temeli ile üretim tarzı arasında bir ayrım yapmak yerinde olur. temel ile, üretici güçlerin belirli bir düzeyindeki durumuna göre, sözkonusu toplumda egemen olan üretim ilişkilerinin tümü temeldir ve kendisine uygun düşen üstyapıyı (siyasi, felsefi, hukuki, vb. kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar) ve onun gelişmesini belirler. sınıflı toplumda, üstyapı, bir sınıf niteliği taşır. iktidardaki sınıf, kendi çıkarlarını korumak için, kendi anlayışına uygun kuruluşları yaratır.
Siyasi ve ideolojik dinamikler ise Marksist çözümlemeye göre üst yapıda yer alır. Buna karşılık Marksist yaklaşımda alt yapının üst yapıyı tek yanlı ve mekanik bir biçimde yarattığı savunulmaz. Buna karşılık altyapı ile üst yapı arasında karşılıklı bir dialektik etkileşim söz konusudur. Marksın evrim şeması şu sırayı izlemektedir: Teknolojik değişim, iktisadi değişim, toplumsal değişim ve siyasal değişim.

Görüldüğü gibi, Marksistler, Batılı sosyal bilimcilerden ayrı olarak önceliği üretim biçimine vermektedir. Diğer taraftan iktisadi dinamik niteliğinde üretim düzeyini, toplumsal ve siyasal dinamiklerle ilişkilendiren bu görüşlerin başlıca savı ekonomik gelişmişlik düzeyinin toplumsal ve siyasal kurumları etkilediğidir. Aynı görüşler iktisadi gelişmenin bir dinamik olarak toplumsal sınıf çatışmalarını azalttığını savunur. Bu görüşler, üretim düzeyinin ideolojik dinamikler üzerinde de belirleyici olduğunu öne sürer. 

Hiç yorum yok: