Çalışma Not Tarihi: Mayıs 2003
İktisat yazınından
başlayıp diğer sosyal bilimler disiplinlerin de ana gündemini oluşturan
neoliberal küreselleşme, dünya ekonomisini oluşturan sosyal ve iktisadi
parçaların birbirleriyle ve giderek dünya piyasalarıyla birleşmesi ve ticaret
ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesini ve piyasa mantığını engelleyen her
türlü kollektif yapının yok edilmesini ve sermaye karlılığının elde edilmesi
önündeki her türlü toplumsal, idari, ya da yasal kısıtlamayı “akıl dışı” olarak
nitelendirmekte ve kaldırılması gerektiğini savunmaktadır.
Dünya kapitalizminin
1970’lerden itibaren içinde bulunduğu küreselleşme sürecine yön veren
dinamikleri: (1) kapitalizmin altın çağı boyunca süren yüksek birikim
temposunun yarattığı aşırı üretime dayalı kriz; (2) söz konusu dönemin
sermaye/emek çelişkisine damgasını vuran fordist endüstriyel ilişkilerin
beslediği kar sıkışması; (3) uluslararası kapitalist rekabetin yoğunlaşması; ve
(4) finansal sistemin serbestleştirilmesi sonucu yükselen finansal sermaye ve
spekülatif birikim tercihlerinin sanayi yatırımlarının önüne geçmesi olarak
başlıklandırılmaktadır.
Kalkınma felsefesi, ulus
devlet aygıtına da yeni iktisadi görevler yüklemiş ve yeni bir kalkınmacı
devlet tipinin öne çıkmasına olanak sağlamıştır ancak, yeni küreselleşme
dalgası altında devlet artık yatırımcı ve/veya üretici niteliğinden
arındırılacak ve toplumsal gelir dağılımını –sermaye lehine- düzenleme işlevini
sürdürmeye devam edecektir.
Uluslararası sermaye
hareketlerinin artan akışkanlığı yeni küreselleşme evresinin de belirleyici
özelliği olarak karşımızda durmaktadır. Söylem alanında bile artık “kalkınmakta
olan ülkeler” kavramı gündemden çıkartılmış, bunun yerine “yükselen piyasalar”
kavramının yerleştirilmektedir.
Karl marks; insanların,
yaşamak için, besinlere, giysilere, ayakkabılara, barınaklara ve öteki maddi
varlıklara gereksinme duyduğunu, öyleyse insanlar, onları üretmek ve üretmek
için de çalışmak zorunda olduğunu, maddi varlıkların üretimini durduran her
toplumun yok olacağını ve bundan dolayı maddi varlıkların üretimi her toplumun
varlığının ve gelişmesinin başlangıcı olduğunu söylemektedir.
İş araçları ve iş
konuları, üretim araçlarını teşkil eder. bununla birlikte, doğaldır ki, üretim
araçları maddi varlıkları kendiliklerinden üretemezler. insan olmadığı
takdirde, en mükemmel teknik bile hareketsiz kalır. şu halde, her üretimin
kesin etmenini oluşturan, insanın kendisi, kendi işgücüdür.
Üretim, hangi aşamada
olursa olsun, üretici güçler ve üretim ilişkileri olmak üzere iki yön içerir.
toplum tarafından yaratılmış olan üretim araçları ve her şeyden önce iş
aletleri ve bunun yanında maddi varlıkları üreten insanlar üretici güçlerdir.
Ama insanlar, maddi varlıkları, tek başlarına değil, gruplar ve ortaklıklar
halinde, birarada eylemde bulunarak üretirler. Üretim süreci içinde insanlar
arasında meydana gelen maddi varlıkların değişim ve dağıtım ilişkilerine, Marks,
üretim ilişkileri ya da ekonomik ilişkiler adını vermiştir. bu ekonomik
ilişkiler, işbirliği ve her türlü sömürüden uzak, özgür kişiler arasında,
yardımlaşma şeklinde olabileceği gibi, insanın insan tarafından sömürüsü
şeklinde de olabilir. Yani Marksist yaklaşım uyarınca, üretici güçler ve üretim
ilişkileri, birlikte toplumsal dinamiğin altyapısını oluşturan temel iktisadi
dinamiklerdir.
Üretici güçler ve üretim
ilişkileri, üretim tarzını oluşturmaktadır. üretici güçler sürekli olarak
değişirler. üretim ilişkileri ise üretici güçlerin gelişme düzeyindeki
değişmeye uygun olarak değişirler ve sözkonusu güçlerin gelişmesi üzerinde
kendilerine düşen etkiyi yaparlar.
Üretici güçlerin belirli
bir gelişme düzeyine ulaşması, üretici güçlerin bu gelişmesine uygun düşecek
üretim ilişkilerini gerektirir.bu Marxın üretici güçler ile üretim ilişkileri
arasındaki uygunluk üzerine, bulduğu ekonomik yasadır. Toplumun temeli ile
üretim tarzı arasında bir ayrım yapmak yerinde olur. temel ile, üretici
güçlerin belirli bir düzeyindeki durumuna göre, sözkonusu toplumda egemen olan
üretim ilişkilerinin tümü temeldir ve kendisine uygun düşen üstyapıyı (siyasi,
felsefi, hukuki, vb. kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar) ve onun
gelişmesini belirler. sınıflı toplumda, üstyapı, bir sınıf niteliği taşır.
iktidardaki sınıf, kendi çıkarlarını korumak için, kendi anlayışına uygun
kuruluşları yaratır.
Siyasi ve ideolojik
dinamikler ise Marksist çözümlemeye göre üst yapıda yer alır. Buna karşılık
Marksist yaklaşımda alt yapının üst yapıyı tek yanlı ve mekanik bir biçimde
yarattığı savunulmaz. Buna karşılık altyapı ile üst yapı arasında karşılıklı
bir dialektik etkileşim söz konusudur. Marksın evrim şeması şu sırayı
izlemektedir: Teknolojik değişim, iktisadi değişim, toplumsal değişim ve
siyasal değişim.
Görüldüğü gibi,
Marksistler, Batılı sosyal bilimcilerden ayrı olarak önceliği üretim biçimine
vermektedir. Diğer taraftan iktisadi dinamik niteliğinde üretim düzeyini,
toplumsal ve siyasal dinamiklerle ilişkilendiren bu görüşlerin başlıca savı
ekonomik gelişmişlik düzeyinin toplumsal ve siyasal kurumları etkilediğidir.
Aynı görüşler iktisadi gelişmenin bir dinamik olarak toplumsal sınıf
çatışmalarını azalttığını savunur. Bu görüşler, üretim düzeyinin ideolojik
dinamikler üzerinde de belirleyici olduğunu öne sürer.